HAVACILIKTA RESMİN BÜTÜNÜNÜ GÖREBiLMEK…

          Bir başka açıdan, bakmak ile görmek arasında ki fark, belkide bugün “havacılığımızın bulundugu” noktayı en iyi açıklayan.

          1010 yılında İsmail Cevheri ile başlayan Türklerin havacılık sevdası, zaman zaman bir çok alanda devam etti. Kimi zaman basit bir kanatla, Hezarfen gibi kendini enginlere bıraktı ki dünyadaki ilk başarılı uçuştur gerçekleştirdiği, kimi zaman Lagari Hasan gibi ateşledi roketini gökyüzüne ve yine tarihe altın harfler ile yazdırdı, ilk en başarılı roket uçuşunu. Geçen dönemde Oflu Hasanlar çıktı havacılık sahnesine, Bebekli Atıf Beyler, hepsi bu medeniyeti biraz daha yukarıya taşımaya çalıştı, yılmadan yorulmadan.

          Çok büyük başarılara imza attı devam eden yıllarda başta Atatürk`ün kurduğu Türk Tayyare Cemiyetimiz, devamında altın kanat Vecihi Beyimiz. Selahattin Alan da Nuri Beyin desteği ve çabası ile bu ülke için üretti, geliştirdi, uçtu, uçurdu. Göremeden yüzlerce teyyareyi gökyüzünde, şehadet makamına erdi. Ve Nuri Bey, demiryolundan, çimento fabrikasına, ilk paraşütümüzden, yolcu uçağımıza, adımızı havacılığa, havacılığı benliğimize kazıdı. “İstikbalin göklerde” olduğu anlaşılmıştı, ne de güzel anlatmıştı Ulu Önder Atatürk. Gün o gündü, dönem o dönem, yokluk içindeki halk bile resmin tamamını görebiliyordu. Herkes koşuyordu, havacılık bayramına, Gök okuluna, Tayyare Cemiyetine. Köylü, ilçeli, şehirli herkes farkındaydı o dönemde adını bilmediği stratejinin, heyacanın. Yüzlerce uçak aldı, hediye etti ülkesine, binlerce genç yetiştirdi, 10 yıllık Cumhuriyetimiz. Türk Hava Kurumu olmuştu kısacık zamanda, Tayyare Cemiyeti. Uluslararası alanda ilklerden di. Fabrikalardaki üretim bantlarından bir çok çeşitte uçak üretilir olmuştu. Kendi uçaklarımızla dalgalandı göklerde bayrağımız. Hiç inmeyeceği düşünüldü bu bayrağın uçaklarımızdan, havacılığımız o kadar yükseklere çıktı ki ihracata başlandı.

         

          Türk Havacılık sanayi, Danimarka’ya ambulans uçak sattı THK-5 diye. Bir çok çevre ülkeye ihracat, eğitim, destek verir düzeye gelmişti Türk Havacılığı. Bir den çok idi o günlerde, bugün olmayan uçak fabrikalarımız, uçak motoru fabrikamiz. Günler günleri kovaladı, aylar yılları, jet uçağı projesi ile çıktı çılgın Türkler karşımıza 1955 yılında Mehmetçik kod adıyla. Bu belkide sonun başlangıcı oldu. Bu büyük proje ile büyük havacılığımız durağan bir döneme girdi.

          Bırak jet uçağı üretmeyi, uçak fabrikamız, “çok uçtuk biraz da yürüyelim zihniyeti” ile traktör fabrikasına dönüştürüldü bir anda. Nuri Demirağ boşuna mı demiş: “Göklerine hakim olamayan milletler, yerlerde sürünmeye, yerin dibinde çürümeye mahkumdur.” diye. Binlerce metre yüksekten, yere inmiş, saban sürmeye başlamışdık. Halbuki 1932`de, MMV I uçağında nede güzel tasvirlemişti Selahattin Alan, Türkiye Cumhuriyeti karasabandan, havacılık teknolojisine geçti diye. Yine geri döndürmeye çalışmışlardı bizi motorlu karasabanla.

          1960, 1970, 1980`de başka başka alanlar ile meşgul oldu güzel ülkemiz.

          Az da olsa vardı çabalar, kanat çırpma adına. Muhsin Paşa, kendi uçağımızı yapalım diye, Tusaş ülkemiz havacılığı canlansın diye kuruldu. İkibinli yıllara yaklaştıkça kıtalar arası uçuş en konforlu döneme girmişti, iki katlı yolcu uçakları konforu üst düzeye çıkarmıştı, sesden hızlı uçan yolcu uçakları zamanla yarışıyordu. Her ticari kuruluş günlük ihtiyacı için kendi bünyesine, şirketlerine, her havacılığı seviyorum diyen kendi şahsına uçak almaya başlamıştı. Bizde izliyorduk olanı biten, duvarlarımızı süslüyordu posterleri.

          Ve TAI, TEI ve Aselsan, ve diğerleri şahlandırmaya başladı havacılığımızı. Kaybettiğimiz yılları geri kazanmak istercesine çabaladı yöneticilerimiz, büyüklerimiz. Ama ne kadar oldu, bu büyük ülkeye ne kadar yakıştı, montaja dayalı bir havacılık. Bin yıldır uçan Türkler dışarıdan aldıkları lisans ile parçaları birleştirdi. Buda başarı diyen çok oldu tabi. Kimine göre başarı, kimine göre de bu başarı sorgulanmalıydı.

          O Tayyare Cemiyeti’nin heyecanı, Vecihi’nin tutkusu olmadan, 1930`lardaki heyecanı olmadan üç tane şirket ile havacılığımız gelişir sanıldı. Oysa ki zamanında ülke çapında, her ilçe merak sarmıştı havacılığa, Urfa’dan Edirne’ye, iller, ilçeler birbiriyle yarışıyordu havacılık adına. Bugün sadece küçük THK ofislerimiz kaldı bazı ilçelerimizde havacılık adına. Birileri sadece biziz derken “havacı” diye, Türk Hava Kurumu inadına havacılık diye bağırıyor, çabalıyordu. Bireysel girişimler, kişisel çıkarların önüne geçemiyordu.

          Yapbozun parçaları birleştirilmeye çalışılıyordu ama bir eksik vardı ki anlaşılamıyordu yada anlaşılıyordu da tasvirlenemiyordu. Arada kalan boşluklar da dolacak bir gün hiç şüphesiz. Lakin ne kadar çabuk dolarsa o kadar çabuk gelişecekti “Havacılığımız”.

          Bugün ise, uçakta kullanılan “lastiğinin havasının” ithal edildiği yakın geçmişten, havacılık alanında ürün yapar hale geldik çok şükür. Onlarca havayolu, binlerce sektör çalışanı ile Türk Havacılığı pist başına gelmiştir artık. Bundan sonrası “ilk uçuşunu yapan uçak” seromonisini yaşayacak ve yaşatacak kurumsal kültür, toplumsal havacılık bilinci ve sahiplenmesi ile olacaktır. Demirağın`ın ruhunu andığımız her an, “havacıyım” diye herkesi kucakladığımız an, kule kalkış için izin verecektir.

Havacılık konulu her türlü görüş, öneri ve sorularınız için elektonik posta adresimden benimle irtibata geçebilirsiniz.

          Sevgi ve saygılarımla.

          Ali Emre Akgüneş

Hakkında:

Yazıları listele: